3 Ocak 2010 Pazar

yeni yıl, eski hayat

2010'da öyle çok radikal değişiklikler beklentisinde değilim doğrusu. hayatımın şu son üç haftası o kadar güzeldi ki.. önce Melike -tanıştırayım, kendisi benim çok çok yakın arkadaşım olmakla beraber aramızda konuştuğumuz o bize has dili de anlayabilen tek insandır- Berlin'e, yanıma geldi, tüm sıkıntımı aldı götürdü. Böylece, birer ahlak abidesi gibi takılan bütün o tutucu arkadaşlarımın bana verdiği yalnızlık hissinden sıyrıldım, eski ben olmaya doğru yol aldım. Erkek arkadaşım, ki maneviyatının ve hislerinin çok hassas olması nedeniyle kalbimi çaldı, bu değişimin sesime hemen yansıdığını söyledi durdu. Melike'yle ayyaş da olduk kıro da. Ve birbirimizi hiç yargılamadık, ne sarhoş olmaktan ne de şebekleşmekten çekindik, bizim deyişimizle "hiçbir masraftan kaçınmadık" yani. Sonra da hayalimizi gerçekleştirdik beraber- Amsterdam! Evet, Amsterdam'a gittik. Benim de yıllardır kendime verdiğim sözü gerçekleştirmem için zaman gelmişti artık. İlk cigaramı :) içtim, nefret ettim, kafa da olmadım bıraktım. Ama yaptım mı yaptım. Sonraları keşfettiğim o leziz spacecake'ler ise gerçekten en sevdiğim kısmıydı gezinin- hem muhteşem güzel bir çikolatalı muffin ye hem de seni Alice harikalar diyarının alasına götürsün. Oh be, var mı böylesi. Tabi durum böyle olunca ben de bir günde iki tane yedim, harikalar diyarından çıkmadım. Çok değişik şeyler oldum, onlar başka bir yazıya artık.
Amsterdam sonrası paralar suyunu çekti, cüzdanlar rahatladı tabii.. E bir de Berlin'den geliyoruz, hediye beklentileri pek yüksek. Kalan parayı da hediyelere verdik mi? Türkiye'ye indik Melike'yle, toplasak cüzdanlarda 10 euro var ya da yok. Ama Türkiye'ye gelmişim, bir telefonla yardımıma gelecek o kadar çok insan, gelişime mutlu olan o kadar canım bir ailem var ki, umrumda değil. Zannettiğimden çok daha fazla özlemişim buraları.

İzmir'de muhteşem havayla geçirdiğim kısa bir haftadan sonra İstanbul'dayım. Hala daha da buradayım, dönmeye de hiç niyetim yok. Çok güzel günler geçirdim, yılbaşı desem zaten harikaydı. Üniversiteye ilk geldiğim yılları hatırlıyorum da, yılbaşını evde geçirenlere "yaşlılık felaketine doğru giden insanlar" gözüyle bakıp onlar için pek çok üzülürdüm. Ne salak, ya da ne çocukmuşum diyeyim kendime çok yüklenmeyeyim. İki yıldır evde geçirdiğim yılbaşında da çok eğlendim, hele bu seneki yılbaşı, girdiğim yılın en güzel yıl olacağının habercisi gibiydi. Kendimi, maneviyata önem verdiğim her an daha çok seviyorum.

Berlin'e giderken, hayatımın monotonluğundan çok sıkılmıştım. Canımdan çok sevdiğim dostlarımla beraber olurken bile sıkılıyordum. Bunu görmek beni daha da çok üzüyordu. Uzaklaşmam gerekti, biraz yalnız kalmak. Yani kendimi bu yalnızlığa kendim ittim. Şimdi herkes bana "yaa, bak gittin oralara nasıl da özlüyorsun" dese de, ve ben bunlara onaylarcasına kafa sallasam da, biliyorum ki doğru olanı yaptım. Kalsaydım bu yılbaşı bu kadar keyifli olmazdı. Ben de eski ben olamazdım. Bu yıla da şimdi baktığım kadar umutlu bakmazdım.

Şimdi, yeniden her şeyden tat alabildiğim şu günlerde 2010'dan asgari beklentim mevcut hayatımın devamıdır. Gelecekse daha iyisi hay hay. Yok sen zaten nirvanaya ulaşmışsın diyorsan 2010, o da kabulümdür.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder