23 Eylül 2010 Perşembe

iyi ki..


Madrid çok güzeldi...

bolca gezdik,

güldük, gülümsedik, öptük..

bi sürü bişiler yaptık :)

ve sıkı sıkı sarıldım sevdiceğime...


bu haftasonu, stresmiş, paraymış, neye yol açtıysa, aynı yaraları bir güzel kapadı.

bazen ben de doğru kararlar verebiliyorum. bazen ama..

11 Eylül 2010 Cumartesi

bayram günlüğü




bayramlar çok önemlidir benim için. hayatım boyunca öyle oldu. tam bir bayram gibi kutlanır bizde bayramlar, fazlasıyla gelenekseldir. canım anneannem hayattayken, bütün anne tarafı (üç dayı, bir de annem kontenjanından biz) anneannemde sabah bir araya gelir, kahvaltı edilirdi. kocaman bir masa dururdu anneannemin salonunda, yılda iki kez bayram sabahları için nöbet beklerdi. geri kalan 363 gün de üzerinde sadece dantel örtüsü ve vazo dururdu. fazla geleni gideni olmazdı anneannemin, bizden başka. düşününce pek hüzünlü geldi bir an, ama o bayram sabahları öyle bir coşkuya şahit olurdu ki o masa, bence başka zamanlar da onu düşünüp kanaat ederdi..
sonra anneannem vefat etti. 2005 yılıydı; bizde bir panik oldu. nasıl yani, artık bayramlar nasıl geçecek diye düşündük ablamla. ama gelenek bozulmadı; bizim eve taşındı. sonra yengemlere falan filan derken bayram coşkusundan bir şey kaybolmadı. ben de rahatladım. akrabaymış, ziyaretmiş ne kadar sevmiyorsam, bayram sabahı onlarla olmayı da bir o kadar seviyorum. bayram olunca tatile gitmeyen ailelerdeniz biz, hep beraber olalım diye. öyle güzel geçiyor yani, aman nazar değdirmeyeyim :)

harçlığı falan bir yana, o ziyafet.. herkesin hünerini konuşturduğu bir yemek platformu.. "küçükler" masasında, ve sadece o masada biraraya gelebilen tüm 30 yaş altı kuzenler, "büyükler" masasında, daha sık biraraya gelebilen 30 yaş üstü büyükler. büyükler masasından küçükler masasına transfer olan yemekler, küçükler masasında büyüklerin konuşmalarına kulak kabartıp üzerine yapılan kulisler vs.. bana çok nostaljik, klasik geliyor. ve evet ben gelenekseli seviyorum.

son iki bayramı da annemlerden uzak geçirdim. ilkinde valencia'da bir hostelde, ablamın çekildikten hemen sonra gönderdiği geleneksel büyük aile fotoğrafını gördüğümde gözlerimden yaşlar süzülüvermişti. yahu valencia'dasın, insaf yani! demeyin. yengecim bir yandan da. seviyorum aile kurumunu, aileyle olmayı.

bu sefer valencia'da bile değildim. tek başıma berlin'de ofisimde ders çalışıyordum. dışarıda hava şansıma az biraz ılımıştı; ama bayramlaşacağım tek bir insan bile olmaması biraz içimi burdu. yine duygusal anlar yaşandı, ama gittikçe alışır haldeyim sanırım uzak geçen bayram sabahlarına. herkesle teker teker telefonda konuşmak bile bir süre sonra güzel geliyor. neyse, sonra kantine gittiğimde kasada durup oraya her gidişimde hangi
yemeğin içinde domuz olduğunu söyleyip bana tüyolar veren Türk ablam yine gülümsemesiyle karşıladı beni. iyi bayramlar dedim, içinde domuz olmayan yemeklere bakmaya başladım. evet domuz yemiyorum. iyi müslümanlığımdan değil, ki değilim, ama bir kere isviçre'de bir domuz çiftliğine gittim. ve evet. yemiyorum yani. :)

abla da iyi bayramlar dedi, bir gurbetçi muhabbeti açıldı. annem babam uzakta derken sesim bir titredi, hop gözlerim doldu yine. nasıl bir anne baba düşkünüyüm anlamıyorum; berlin'e geldim geleli kendimi şaşırttım bu konuda. abla ise benim "gerçek Türk" (türkiye'de yaşayan türk) olduğumu öğrenince önce şaşırdı, sonra gözlerine bir şefkat perdesi indi, kasanın arkasından çıktı, geldi sarıldı bana sımsıkı. sonra da öpüştük, bayramlaştık. çok duygusal bir andı... sonra yemeğimi bedavaya verdi, bayram hediyesi diye.

o da yetmedi. ablanın paydos vakti gelmiş meğersem, kantinde oturmuş tek başıma yemeğimi yerken bir baktım geliyor bana doğru, bu sefer sivil kıyafetli. oturdu karşımda, 10 dakika bana arkadaşlık etti. havadan sudan konuştuk, bunca zaman bana o kadar iyi davranması sadece öğrenci olduğum içinmiş, şimdi bir de burada yalnız kalan bir öğrenci olduğum için iyice sevdi beni. bundan sonraki bütün yemekleri bedavaya yiyeceğim ve herhangi bir sorunum olduğunda istediğim zaman arayabileceğim bir numaram var. istersem sabahları kahvaltıya bile gidebilirmişim. bu sefer de biri bana bu kadar iyi davrandığı için gözlerim doldu. bahane mi yok.

işte böyle.. güzel bir bayram sürprizi oldu benim için tüm bunlar; kantinden çıkarken havam tamamen değişmişti. şu koca şehirde yine yalnız değildim, yine yalnız değildim. insanlara güleryüz gösterdiğim sürece, her zaman sığınacağım bir limanım vardı.sığınırım ya da sığınmam, ama ben işimi sağlama almak istiyorum hep bu konuda. biri olsun, yalnız olmayayım, ama hiç de yardım istemeyeyim.

bir zamanlar amerika'da okuyan bir erkek arkadaşım vardı. bütün bayram sabahı fotoğraflarını çekilir çekilmez ona yollardım. o da bakar sevinirdi. kendi ailesi de bayramları kutlardı ama fotoğraf çekilmek, bir de onu mail atmak gibi adetleri yoktu. o da benimkilere bakıp sevinirdi. empati yapardım ama anlayamazdım da tam olarak nasıl mutlu olabildiğini, benim fotoğraflarıma bakarak.

bugün, az önce mail kutumu açtığımda ablamın bir sürü fotoğraf gönderdiğini gördüm. şu an o erkek arkadaşımı çok iyi anlıyorum. çünkü mutlu oluyorum, o insanları görmek, ben olmasam bile o geleneğin devam ettirildiğini görmek çok güzel. küçükler masası hala küçük, büyükler masası hala büyük, annem babam ablam hala çok güzel giyimliler, tüm kuzenlerim çok güzel gülüyor ve yapılan muhabbetleri az çok tahmin edebiliyorum. işte bu tanıdıklık hissi, bayram zaten. bayram dediğin de tanıdıklık. o yüzden mutluyum.. gitmesem de görmesem de o bayram, benim bayramımdır...

fotoğraflar çok önemli arkadaşlar. fotoğraflar her şey. onların gücüne inanamazsınız. ama inanın, ve bol bol fotoğraf çekin.

herkese iyi bayramlar!

anam, babam gardaşım



"küçükler" masası :)

9 Eylül 2010 Perşembe

la pausa




Sertab Erener'i son albümü itibariyle çok seviyorum. İnsana huzur veren, ipeksi bir ses derler ya, işte ondan... ders çalışmaktan bıktım, ama ders çalışırken Sertab'ı dinlemekten bıkmamak beni bir denli motive ediyor.

şu şarkı çok güzel değil mi?

afrodizyak etkisi var bana. yani fiki fiki anlamında değil; aşk anlamında.


ders arasında bir mola iyi geldi. hadi şimdi devam.

8 Eylül 2010 Çarşamba

Madrilian me




eveeet sevgili blogum,

hüsranlı, hazin, hasta ve birtakım negatif sıfatlı günler, kendilerine verdiğim 1 haftalık süreç içinde çözüldüler gittiler. an itibariyle hepsinin post sendromu var üzerimde, mutsuzluktan çıkmış olmanın aşırı mutluluğu, halsizliğin bitmiş olmasının aşırı enerjisi ve hastalığımın bitmiş olmasının aşırı sıhhatliliği gibi. tabi bunların aşırısı olmaz bence, insanın pozitif şeyler için hiçbir limiti olmasın hayatta. her yerde onları kısıtlayanlar olacak. bırakalım bari içimiz kendini bıraksın.

işte hafif çakır keyif olarak ramazan arifesine günahkarca girerken dün akşam, tam da bunu düşündüm. bırakayım kendimi ya, seviyorum ulen! dedim. uzunca bir telefon konuşması, nasıl bir huzur vermişse artık siz düşünün, kendini daha da büyük bir olaya bıraktı bugün. haftaya haftasonu, sevdiceğimin tüm sevdicekleriyle tanışmaya gidiyorum. evet! onun yaşadığı yeri görüp, en sevdiği cafe'de onunla oturup en sevdiği meyve sucudan meyve suyu içeceğim. önümüzdeki bir ay boyunca Berlin'de basic hayat faaliyetlerim dışında hiçbir şeye param kalmıyor ve umrumda bile değil. çünkü içimden geleni yaptım. ve sevdiceğim benden mutlu.

bugün doğru karar günümdeyim. aferin bana. ha bir de, aman babam duymasın.

heheyt! :))