7 Kasım 2010 Pazar

zu mir oder zu dir?

kafam çok karışık.. önümde bir satranç tahtası var ve ilk defa piyonları oynama yetkisi %100 bende. hayatımda hiç kendi seçimlerim ve kendi hayatım üzerine bu kadar söz sahibi olmamıştım. o satranç tahtasında sadece atlara L yaptırabilmiştim. ya da piyonları basitçe birer birer ileriye götürebilmiştim... şah ile vezir, yani anne ile baba bana göre, kendi yollarını bulmuş, karşıdaki tehlikeleri, yanlış seçimleri alt etmek için gizli gizli oradan oraya süzülüp bana gerekli asisti yapmışlardı hep. kale ise sabit, her zaman sabit...

bu sefer tahtaya yukarıdan daha bir farklı bakıyorum. büyüdük ve bazen farketmesek de, piyonlar artık gerçekten de sadece bizim kontrolümüzde. eğer değilse, durum o zaman gerçekten vahim.

çünkü artık yaşımız gereğiyle statükonun hüküm süreceği, radikal değişimlerin sırtını sıvazlayıp "he canım he, dur bi bakalım, biraz daha dur da, aceleci davranma" deyip uyuşturacağı yaşlara giriyoruz. ben derim ki, o "quo" kalacak "statü"nüzü şimdi istediğiniz gibi oturttunuz oturttunuz, yoksa hepimiz 50'li yaşlarına gelip "ben nasıl bu noktaya geldim ya!" diyeceğimiz, yaşlı nüfusun belki de %80'inini oluşturan o silik yüzlerinden biri olarak kaybolmaya mahkumuz..

Berlin'den kalkan uçakta, ben ve yanımda Mimi (canım peluş köpeğim), kara kara tek bir şey düşünüyorduk- belirsiz geleceğimizi. Berlin'deki yüzde yüz özgür hayattan sonra İzmir, yeni bir iş ve hadi onu da geçtik, aile yanı! Düşüncesi bile korkunç geliyordu bir zamanlar İstanbul'dayken; şimdi, aradan 6 yıl geçtikten sonra, alışkanlıklar değişmiş, olgunluklar karakterime kök salmışken, birbirimizin iklimlerini tanımamız ve onlara göz yummamız, katlanmamız ve sonunda uyumlu yaşamamız mümkün müydü?

Şah ve vezirle birtakım konuşmalar yaptım sonra. Önce vezirle tabi ki, çünkü yakın adamımdır kendisi. Beni şaşırttı; yüzde yüz yetki verdi istediğimi yapmam konusunda, ve sonra da benim oyunumdaki kendi hareket yetkisini bana teslim etti. Bunun somut meali de şu: kendi evime taşınabilir, onlardan ayrı bir ev ve sosyal hayat başlatabilirdim aynı şehir içinde. Şah için durum biraz daha karışıktı; otorite meselesi de yaptı durumu, alınganlık da. o daha bir çok sever tahtını, kurumunu, benim hayatımdaki tahtı olsa bile.. neyse, sonunda vezir onu nasıl ikna ettiyse o da istemez istemez verdi iplerini elime; bu, şahımızın, vezirin kendi hayatının satrancında yetkilerini arttırması anlamına da gelebilirdi ama vezir sıkı adamdır, ses çıkarmadı.

böylece, şah ve vezir, eşyalarını toplayıp boşalttıkları kaleyle beni başbaşa bıraktılar. şimdiki oyunda en büyük soru bu: kalemi nereye taşımalıyım?

bütün bunlar kafamı haftalardır kurcalarken dün tatsız bir olay oldu. tatsız da denmez, üzücü bir haber diyeyim. çok yakın bir arkadaşımın babası vefat etti. babamın tanıdığı, değerli bir inşaat mühendisi. arkadaşım, İngiltere'de master yapıyor. o da benim gibi, babasının yolunda bir inşaatçı. tüm güçlü babalarının çocukları gibi o da, babasının fikirlerinden fazlasıyla etkilenen, ona değer verenlerden...

böyle uzakta olmanın bir dezavantajı var- her şeyden haberin olmayabilir. arkadaşımın da babasının vefat ettiğinden haberi olup olmadığından emin değildim. oturdum, kalktım, başkalarını arayıp konuşmak istedim, açan olmadı. içimde birikti hüznüm, oturdum hüngür hüngür ağladım. geçirdiğim "özel günler" dolayısıyla gürül gürül olan hormonlarım da bana yardımcı oldu. sonra ağlamak yetmedi, çıktım koşu bandına, koştum, rahatladım.

sonra akşam şah'ımla kavga ettim, saçma bir sebepten dolayı. "git başka eve taşın, isabet olur, ben bu evde böyle bir muamele istemiyorum" lafından, kendisinin de pes ettiğini anladım. kalemi oynatma zamanı geldi. kulağa çift anlamlı geliyor di mi :) (bkz."kalem oynatmadım abi sınavda")

neyse, kafam neye karışığa dönecek olursak, özgürlüğüme mi daha çok düşkünüm, aileme mi, diye düşündüm şah'la kavgamdan sonra bir hışım evden çıkıp arabama atlarken. özgürlüğümü çok seviyorum, evet, ama aile... onlara bir şey olduğunda uzak olmak... elimin uzanamaması, gücümün yetmemesi... ama bunlar yüzünden kaleyi terketmemek mi doğru çözüm? küskün ama beraber bir yaşamı, özgür ama nispeten uzak bir seçime yeğlemeli miyim?

statükonun bizzat avuçlarına oturmuş, öylece sallanıyor muyum?
bilemedim işte... Gelin gibi atın üzerine binip ya kısmet diyesim var...

*edit: 7 Kasım'da yazılıp yayınlamayı unutmuşum. ama muammalar cayır cayır yerindeler. ev hakkındaki karara bugün varıyorum. bana şans dileyin.

4 Kasım 2010 Perşembe

180


çok şey yazasım geliyor, hepsini siliyorum. çok şey yaşıyorum, ama hepsi içimde. Berlin'deyken ağzımdan dökemeyince parmaklarımın ucundan dökülen hislerim, oradan oraya, bir ruh halinden diğerine doğru sallanırken aradaki köprüleri kopardılar sanki dış dünyayla.

çok büyük değişimler, ya çok büyük suskunlukları ya da dev fırtınaları getiriyor beraberinde. ben zaten her zaman susan tarafta kalmışım...

çok büyük değişimler varsa bile içimde, tek bir şeye güveniyorum. kendime dair en sevdiğim şey.

ben de değişebiliyorum.