27 Temmuz 2010 Salı

talk.

cuz i don't know where i'm going and i wanna talk.

yollar nereye açılıyor, tren nereye gider bilinmez. bırak, gitsin diye diye şehrin dışında buldum kendimi, iyi mi?

i try but i cant get through

i'm tryin' to get to you..

but you're difficult to reach.

ne kafalarda olduğumu bilmediğim akşam, tek yazdığım adres blogum değildi tabi, daha dramatik olmalıydı. drama queen'im ya son günlerde, çok popülerim ya, herkes beni bekliyor ya... yazdım durdum, yer yer onay aldım ertesi gün, yer yer posta yedim canım kardeşlerimden birinden.

suskunluk, "o"ndan aldığım tek şey. tek bir sözcük bile yok. ucu açık yani. istediğine yor, modun neye elveriyorsa o gün. al sana en güzel gündem.

bugünlük, pasif olduğuna verdim.

bir de çok güzel teorilerim var, ama burada paylaşmalı mıyım bilemedim. az biraz bel altı.

on kişilik seyircilerimin yarısının beni anca okuduğunu düşünürsem, oylara bağlı.

hadi bakalım.

** coştum bugün!

FAQ

soru: seni çok özlediğimi mi sanıyorsun?
cevap: ara sıra bazı bazı


soru: bizi özledin mi?
cevap: tahmin bile edemezsin.

s: istediğini aldın mı erasmustan?
c: ne sorduğuna bağlı.
s: ne dediğim belli keko, master'dan istediğini aldın mı?
c: master'dan bişi aldığım yok. bi b*k öğrenmedim. alkolik olmuş bile olabilirim. ama hayata dair.. çok şey öğrendim. ben, beni buldum. çok klişe sana göre belki, ama öyle.

s: fotoğraf işi nasıl gidiyor?
c: bu aralar çekmeye başladım baya. yarın yayınlayacağım. bi' de yeni lomo aldım kendime. bekle, yeni fotoğraflar geliyor.

s: en çok neyi özledin türkiye'de?
c: seçemiyorum. orayı düşündükçe ağlamadığım an, özlemimi giderdiğim andır.

s: bu sayılmaz. bişi söyle.
c: rakı-balık?

s: bu ara ne buruyor içini?
c: gitmek. ya da "ev"e gidememek.

s: "ev"in neresi?
c: bi bilsem!

s: peki... "o"nu seviyor musun?
c: seviyorum galiba. ya da.. onu da bi bilsem!

s: yok artık! sarhoş musun?
c: evet! oh be net bi cevap.

s: en sevdiğin şarkı?
c: şu an violet hill-coldplay.

s: ne zaman geliyorsun? özledik!!!
c: cuma sabahı oradayım, karşılayacak mısın?

s: peki ya istanbul?
c: en yakın zamanda.

s: "o"nu görecek misin?
c: rüyalarımda görüyorum ya, olur olur görürüm, kimbilir.

s: ne zaman dönüyorsun?
c: one-way ticket.

sorusuz sualsiz orayı çok özledim. rüyalarında bir insan nasıl dolaşır o sokakları, direksiyon başına geçer, ve kullanır sonsuza kadar.

alarmda coldplay, clocks'ı çalana kadar devam eder bu rüyalar. dağılmış resimler uyandığımda, beynimde.

bekle beni ülkem, bekleyin beni dostlarım!


M1

bugün tramvayda otururken, gökyüzüne baktım.

çok değil,

iki gün sonra başka bir yerde bakıyor olacağım gökyüzüne.

daha berrak

daha yıldızlı.

benim için öyle!

gülümsemek, içimden gelen tek şey. hiçbir şey önüne geçemez :)

25 Temmuz 2010 Pazar

alles. doof.

yalnızlık paylaşılmaz.

senden ayrılmak için çaba gösterirken senin için seçtiğim şarkı buydu.

çok da işe yaradı.

hala savunurum yalnızlığın paylaşılmadığını. benim yalnızlığım, hatta, bırak paylaşılmamayı, katlanılmaz bile.

seni kaybettim. yolda bir yerde. yürümek istediğim yol, tek yönlü bir yoldu, evet sana yer yoktu.

belki çok bencil, ama iyi ki ayrıldın benden. benim yapamadığımı yaptın.

belki çok daha bencil, ama şimdi seni geri istiyorum.

hem de çok.

başkasının koynunda uyumadığım, seni rüyalarımda görmekten bu kadar çok korkmayacağım bir gecenin arifesinde, sana yazdım.

sen kim olduğunu çok iyi biliyorsun..

bir bira ve evet bir de sigara bu sefer.. son sigaramsın, bu Berlin akşamında..

kaçan balık mı büyük olur, yoksa balık kendini hamsi sanan koca bir çipura mıdır?

büyük küçük farketmez, ben balığı çok özledim.

ben seni çok özledim, Aras....

seni rüyalarımda görmek beni yoruyor artık.

başkasının kollarında dalınan uykular, sana ulaşmaya çalışırken bölünüyor.

gitmiyorsun, kalmıyorsun.

hep ortalarda, bi' yerlerdesin.

seni seviyor muyum desen, bilemem.

ama her İstanbul rüyamda varsın, o bir gerçek.

sana dokunmak, öpmenin sıcaklığını hissetmek, artık sadece gözlerimde bir hayal, gözyaşıma bir sıcaklık...

seni çok özledim. görmek bir hayal. benim orada kalmama yeter bir hayal...

bu gece, yine bu yatakta, rüyamda görüşmek üzere.

"ohne dich ist alles doof"....

21 Temmuz 2010 Çarşamba

schicksal Prüfung

on dakika önce sınavımdan çıktım. şaşkınlık içerisinde geçirdiğim 2 saatin sonuna geldiğim için rahatlama duygum ağır basıyor, sınavdan kalacak olmanın verdiği hüzün yerine. çipil gözlerle, önceki dönemlerde hiç çıkmamış -bu durumda da çalışmadığım, ya da ezberlemediğim demek daha doğru olur- sorulara, soru kağıtlarına boş boş baktım.

sonra yanımda oturan kadını (evet bildiğin 40 yaşında) gözlemledim biraz. her şeyde olduğu gibi su içmede de telaşlıydı, o kırmızı yanaklı, şişman bünyesine suyu indirirken öyle aceleyle içiyordu ki her yudumundan sonra ağzını şişeden çektiği gibi bütün sınıf duyuyordu şişe plastiğinin geri şekil alma sesini. sonra bir de arada bir gülüyordu kendi kendine, soruları hararetle çözerken. en azından o soruları yapabildi diye sevindim.

sonra ataç dağıtmaya başladı sınavın ortasında hoca. "Allah allaaah, niye ataç dağıttı ki şimdi bu kadın?" diye düşünürken, etrafıma biraz daha dikkatli bakmayı denedim. Ben, saftirik saftirik, bütün soruların cevapları soru kağıdına yapılır diye Türk mantığıyla ilerlerken, insanlar yanlarında getirdikleri güzelim çarşaf gibi A4 kağıtlarının 5.sayfasındaki moment diyagramını çiziyordu. Ataçı bir yere bıraktım; zira pek ihtiyacım yoktu gibi.

sınavın ortalarına doğru, bir ağlama dalgası geldi üstüme. hani böyle hissedersiniz ya, bi sıcaklık yayılır genzinizden burun deliklerinize, hava çok sıcak olduğunda da olur, sonra da gözleriniz yaşarır. bıraksanız gidecek.. sonra geçti. sınava döndüm geri.

ben, duaların gücüne çok inanırım. Annem tüm gün dua etti benim için; biliyorum. Dualar belki sınavları geçirtmez bana, ama o anda devam etme gücünü gerçekten nereden aldım bilmiyorum. çıkasım, gidesim, kaçasım, merdivenlerin sonuna oturup ağlayasım geldi. sonra da gitti, annem kışkışladı bence o yaşları, Çeşme'den yetişti bana.

evet, sonuç olarak sınavdan kaldım. henüz okunmadı kağıdım ama ben yaptığımı biliyorum. ama ilk seferde başarmam imkansızmış onu da bir güzel anladım. sistem farklı, sorular farklı, her şeyden önce mantık farklı.

ezberci sistem, ezberci sistem diye bile ezberlemişiz sistemimizin tipini. ama çok da doğru.

çünkü adamlar, son gün çalışmıyor. Ekstra notlar yazmıyorlar almaya izinli oldukları tabloların üzerine. hakları var, ama kullanmıyorlar. tüm haklarını sonuna kadar kullanıp başarısız olan bir ben vardım herhalde o sınıfta. "oo tablolara yazı yazılabiliyor mu!" deyip kağıtlarına birkaç karınca duası gibi not yazan.

belki geçemedim evet, ama her şey bir deneyim oluyor insana bazen...

Almanya beni ne konuda değiştirdi dersem bir gün kendime, kesinlikle çalışma disiplini derim. başarısızlık, ilk defa burada kamçıladı beni. çünkü, kimsenin benim bıdı bıdılarımı, bahanelerimi dinlemeye tahammülü yok. kantine inip sınavı bu kadar zor hazırlayan hocalara da küfredemem. varsa yoksa ben varım. bir de boş sınav kağıdım, yan odamda oturan. işte bu, tam kendin pişir kendin ye mantığı. Alman mantığı.

şimdi en zoru, annemin sitemsiz, hiç sitemsiz, sadece ve sadece üzgün sesini duymak telefonda, dualarının kızına yetmediğini öğrenirken....