21 Temmuz 2010 Çarşamba

schicksal Prüfung

on dakika önce sınavımdan çıktım. şaşkınlık içerisinde geçirdiğim 2 saatin sonuna geldiğim için rahatlama duygum ağır basıyor, sınavdan kalacak olmanın verdiği hüzün yerine. çipil gözlerle, önceki dönemlerde hiç çıkmamış -bu durumda da çalışmadığım, ya da ezberlemediğim demek daha doğru olur- sorulara, soru kağıtlarına boş boş baktım.

sonra yanımda oturan kadını (evet bildiğin 40 yaşında) gözlemledim biraz. her şeyde olduğu gibi su içmede de telaşlıydı, o kırmızı yanaklı, şişman bünyesine suyu indirirken öyle aceleyle içiyordu ki her yudumundan sonra ağzını şişeden çektiği gibi bütün sınıf duyuyordu şişe plastiğinin geri şekil alma sesini. sonra bir de arada bir gülüyordu kendi kendine, soruları hararetle çözerken. en azından o soruları yapabildi diye sevindim.

sonra ataç dağıtmaya başladı sınavın ortasında hoca. "Allah allaaah, niye ataç dağıttı ki şimdi bu kadın?" diye düşünürken, etrafıma biraz daha dikkatli bakmayı denedim. Ben, saftirik saftirik, bütün soruların cevapları soru kağıdına yapılır diye Türk mantığıyla ilerlerken, insanlar yanlarında getirdikleri güzelim çarşaf gibi A4 kağıtlarının 5.sayfasındaki moment diyagramını çiziyordu. Ataçı bir yere bıraktım; zira pek ihtiyacım yoktu gibi.

sınavın ortalarına doğru, bir ağlama dalgası geldi üstüme. hani böyle hissedersiniz ya, bi sıcaklık yayılır genzinizden burun deliklerinize, hava çok sıcak olduğunda da olur, sonra da gözleriniz yaşarır. bıraksanız gidecek.. sonra geçti. sınava döndüm geri.

ben, duaların gücüne çok inanırım. Annem tüm gün dua etti benim için; biliyorum. Dualar belki sınavları geçirtmez bana, ama o anda devam etme gücünü gerçekten nereden aldım bilmiyorum. çıkasım, gidesim, kaçasım, merdivenlerin sonuna oturup ağlayasım geldi. sonra da gitti, annem kışkışladı bence o yaşları, Çeşme'den yetişti bana.

evet, sonuç olarak sınavdan kaldım. henüz okunmadı kağıdım ama ben yaptığımı biliyorum. ama ilk seferde başarmam imkansızmış onu da bir güzel anladım. sistem farklı, sorular farklı, her şeyden önce mantık farklı.

ezberci sistem, ezberci sistem diye bile ezberlemişiz sistemimizin tipini. ama çok da doğru.

çünkü adamlar, son gün çalışmıyor. Ekstra notlar yazmıyorlar almaya izinli oldukları tabloların üzerine. hakları var, ama kullanmıyorlar. tüm haklarını sonuna kadar kullanıp başarısız olan bir ben vardım herhalde o sınıfta. "oo tablolara yazı yazılabiliyor mu!" deyip kağıtlarına birkaç karınca duası gibi not yazan.

belki geçemedim evet, ama her şey bir deneyim oluyor insana bazen...

Almanya beni ne konuda değiştirdi dersem bir gün kendime, kesinlikle çalışma disiplini derim. başarısızlık, ilk defa burada kamçıladı beni. çünkü, kimsenin benim bıdı bıdılarımı, bahanelerimi dinlemeye tahammülü yok. kantine inip sınavı bu kadar zor hazırlayan hocalara da küfredemem. varsa yoksa ben varım. bir de boş sınav kağıdım, yan odamda oturan. işte bu, tam kendin pişir kendin ye mantığı. Alman mantığı.

şimdi en zoru, annemin sitemsiz, hiç sitemsiz, sadece ve sadece üzgün sesini duymak telefonda, dualarının kızına yetmediğini öğrenirken....


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder