25 Mart 2010 Perşembe

.

bugün seni çok özlüyorum. mutfak camından dışarı bakarken bizi düşündüm. ilk öpüşmemizi. cinnamon karşımızda, beni kendine doğru çekişini. sonra birbirimizi içimize çekişimizi. ta ki güvenlik gelip "evinize gidin gençler" diyene kadar.. yanaklarımız kızarmıştı binerken arabaya. küçük bir gülümseme yüzlerimizde, utangaç. yine olsa yine yapardık. hatta yapsaydık keşke bir daha, sen beni otele bırakana kadar. tutku. tutman beni sıkıca.

çiçekler.. aldığın tüm çiçekler. neydi en sevdiğim çiçekler sorardın da sorardın. en sevdiğim çiçekler, senin aldıklarındı. ister papatya olsun ister orkide.

daphne mesela. sarılıp içimize çekmemiz yeniden birbirimizi. güzel bir bahar defnelerle başlamıştı bizim için. portakal suyuyla mutlu olmamız kahvaltıda. bir biz bir de başka bir çift, yine kaçak. sonra o muhteşem teras, bütün Sultanahmet ve sonrasında İstanbul ayağımızın altında. orada da öpmüştün beni, ve sonra Bebek Parkı'nda da. oyuncaklara inip biniyorduk, sonra da hop koşup öpüyordum seni. çünkü çok özlemiştim. özlemesi iki çift dudağın birbirini o kadar..

o daphne gününden sonra kafama koymuştum. olur da bir gün sen de beni çok seversen, sonra annemler seni, senin annenler beni, büyük aileler birbirini severlerse, sonra bir gün sen cesaretini toplarsan ve bana hayalimdeki "basit ama orijinal" evlilik teklifi edersen ve ben de sana filmlerdeki gibi "EVEET" diye bağırırsam ve sonra 2012'de dünyanın patlayacağına inancın tam olmasına rağmen benim için askere gidersen ve gelirsen ve sonra bir sürü yüzük takarsak ve kır düğünü yaparsak ve sonra çekirdek ailemiz hala birbirini severse ve bu sayede huzurumuz hep kalırsa ve biz birbirimizi zaten çok seversek ve sonra bir gün ben hamile olduğumu öğrenirsem sonra sana söylediğimde benim kadar sevinirsen ve sonra bi sürü çilek ve bi sürü kavun yersem ve küçük bir devanası olursam ve sonra bir gün o devanası karnım nispeten indiğinde ve kafamda pembe lohusa tacım, hastane yatağımın başucunda sen, dünya güzeli bebemizi elimize alırsak.. adı Defne olsun. du.

"times are hard for dreamers" der bir dostum çok sık, o geldi aklıma.

sonra, tüm diğer hayallerimiz. pazarcılık mesela! domates satmak. organik pazar açmamız Ege'nin bir kasabasında. antik kuntik hayaller değil, iki içine kapanık insanın aradığı dinginlikti bizimkisi. tek hareket pazarlık olsundu, yanyana tezgahlarımız, birbirimize arada bir bakıp "domaaat" diye bağıralım diyeydi tüm çabamız.

içimize kapanırken birbirimize dönerdik biz. kollarımızla örerdik etrafımızı, hayallerimizi de içimize alır kozamıza kapanırdık. güzel bir kelebek olmayı başardığımız tüm zamanlar, hala ve hep, eşsiz.

seni çok ama çok özledim. neden bilmiyorum. daha doğrusu, neden bugün?

mutlu anıları düşündüm son bir saat boyunca. ağladım mutfak camından dışarı bakarken. öylece, sakin sakin düşünüp ağladım.

bu satırları sana yazabileceğim günler vardı. gerisi yoktu. bugün sadece güzel günler var aklımda. dışarıdaki rüzgar gibi gelip geçiyor üzerimden. dışarıdaki rüzgar gibi onlar da, üşütmüyor.

tutman beni tutkuyla, ve seni bu kadar özlemem bugün. seni bu kadar sevmem ve nefret ederken bile anlamam bir kere daha sana aşık olduğumu. hepsi benim bir parçam oldu seninle. başkalarına basit sözcükler gibi gelirken bu isimler -pazarcılık kadar basit belki de- bana seni hatırlatıyor hepsi.

sana yazamadım, geldim buraya yazdım. kek yapmadım, güzel de yazmadım. ama rahatladım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder